Anne Nazmiye Remzi Yiğitgüden
Müzik Muallim Mektebinden Günümüze Uzanan Onurlu Bir Sanat Yaşamı
Müzik Muallim Mektebinden Günümüze Uzanan Onurlu Bir Sanat Yaşamı, Yrd. Doç N. İpek Kıvrak, G.Ü Gazi Eğitim Fak. Der. Yeni Dönem Özel Sayı: Sayfa 205-211, Şubat 1994
(ÖZET)
Türk'ün sanat meşalesini yakıp, medeniyet kavgasının daha bacak kadar çocukken düşman bir muhit içinde yürütülmesini becerebilen bu çocuklara, lütfen ayağa kalkmasını da biz bilelim efendiler...
Atatürk'ün bu şekilde nitelendirdiği iki çocuktan biri, Ferhunde Remzi (Erkin), 1909 da İstanbul'da doğmuş, Atatürk'ün açtığı çağdaşlığa uzanan yolda O'nun ilkeleriyle yaşamını biçimlendirmiş, hedeflerine ulaşan örnek davranışlarıyla sanatçı ve eğitimci kişiliğini kanıtlamış, Cumhuriyetimizin ilk kadın piyanistidir.
1928'de kolej eğitimini tamamladıktan sonra, Alman Leipzig Konservatuvarı'na giren Ferhunde Remzi, 1931'de Atatürk'ün emri ve görevlendirmesiyle Musiki Muallim Mektebi'nde Piyano öğretmeni olmuştur.
1967'de emekliliğine kadar olan süreç içinde bir yandan öğrenci yetiştirirken, bir yandan da çok sayıda konser vermiştir. 22 Piyano Konçertosunu, büyük çoğunluğu Türkiye'de ilk kez olmak üzere, seslendirmiştir.
Türk ulusu -özellikle sanat dallarında- toplumun gelişimine öncülük etmiş, başka toplumlara ulusunun sesini duyurma ve değerlerini yansıtma kaygısı taşıyarak kendini kanıtlamış, genç cumhuriyeti güçlendirip temellerinin sağlamlaştırılmasında etkin ve işlevsel görevler üstlenerek önderlik yapmış değerlerine, yeterince sahip çıkabiliyor mu? Cumhuriyet sanat tarihini doğru belgelere dayandırarak gelecek kuşaklara aktarmada, ilgili kurum ve kuruluşlar, araştırmacı düşünceden hareketle örnek davranışlar yaratıp, bu konuda toplum bilinci oluşturabiliyorlar mı?
Hemen her konuda toplumuna yön veren, sorunlar karşısındaki tutum ve durumlara ilişkin sözleriyle ulusuna yol gösteren, Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk, sanata ve sanatçıya karşı oluşması gereken "toplum bilinci"ni çarpıcı bir davranış – yüce bir üslupla dile getirmiştir. "…Türk'ün sanat meşalesini yakıp, medeniyet kavgasını daha bacak kadar çocukken düşman bir muhit içinde yürütülmesini becerebilen bu çocuklara, lütfen ayağa kalkmasını da biz bilelim efendiler…" (Prof. Çalgan, Duyuşlar, 1991, s.79) Bir felsefeyi yansıtan bu sözler ve ardından istenilen davranış, müzik sanatına ve sanatçısına ilişkin Atatürkçü düşüncenin aktarılarak benimsetilmesinde, sanat eğitimcileri tarafından sıklıkla verilen örneklerden biridir.
İşte tarihe bu sözleri yazdıran, "daha bacak kadar çocuk" nitelendirmesiyle anılan iki çocuk, Ferhunde Remzi ve Necdet Remzi"dir. 29 Ocak 1926 günü Ankara'da Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Kazım Özalp'in koruyuculuğunda ve Atatürk ile İnönü'nün de dinleyiciler arasında bulunduğu Milli Sinema Salonu'nda verilen konserden sonra; köşke çağrılan iki çocuk sanatçı için, sofrasında bulunan Recep Peker, Kılıç Ali, Resuhi Bey ve Sabiha Gökçen'in de hazır bulunduğu konuklarına konserin etkilerini de yansıtan Atatürk'ün bilinçli sözleridir bunlar. Bu konserin ardından Ankara'da kaldıkları üç gün her gece konuk ettiği iki kardeş sanatçıdan Necdet Remzi'ye "İnkılapçıların, ihtilalcilerin ve bütün dünyaya kafa tutmuşların sofrasındasın. Şimdi öyle bir şey çalacaksın ki, şu masa karışacak. Kendimizi yine ihtilal, inkılap ve dünyaya göğüs gerdiğimiz günlerin havası içinde bulacağız." (Prof.Çalgan, Duyuşlar 1991, s.81) derken, müziğin yaşatılarak, yaşayarak seslendirilmesinin, ulusal duyguları alevlendirip kişileri heyecanlandırabilecek evrenselliğe sahip olduğunu vurgulamakta; dönemin yaygın modası olan kâkülleriyle alnını süsleyen Ferhunde Remzi'ye "niçin saçlarını kaşlarının üzerine kadar indiriyorsun" diye sorduğunda aldığı cevaba "sivilceler önemli değil, onlar zamanla geçer. Türk kızlarının alnı açık olur." (Prof. Çalgan, Duyuşlar, 1991, s.83) diyerek, hem sanatçı kişiliğe sahip Türk kimliğinin yansıtılması gereken biçimini, hem de Türk'ün onurlu ulusal yaşam biçimini simgelemektedir.
Ferhunde Remzi (Erkin) Cumhuriyetten önce doğmuş, geçiş dönemini yaşamış bir Cumhuriyet çocuğudur. Atatürk'ün açtığı çağdaşlığa uzanan yolda O'nun ilkeleriyle yaşamını biçimlendirmiş, hedefine ulaşan örnek davranışlarıyla sanatçı kişiliğini kanıtlamış Cumhuriyet'in ilk kadın piyanistidir. 1909 yılında İstanbul'da doğmuş, birkaç yıl sonra çıkan Balkan Savaşı'nda babasının esir düşmesiyle zor günlerden payını almış, Birinci Dünya Savaşı'nın başladığı ve Çanakkale Destanı'nının yazıldığı yıllarda eğitimine başlamıştır. Çocuklarının eğitimi üzerinde titizlikle duran, aydın ileri görüşlü asker baba, o yıllar için oldukça yürekli bir atılımla, Ferhunde Remzi ve Necdet Remzi'yi, piyano-keman derslerine başlatmıştır.
Bu yetenekli çocuklar ilk büyük konserlerini işgal altındaki İstanbul'da 17 Nisan 1920 de Galatasaray Lisesi salonunda vermişlerdir. Bu başarılı konseri Union Française, Robert Kolej, Fransız Tiyatrosu, Elçilikler, Üniversite, Okullar, Edremit, Ayvalık ve İzmir konserleri, 1928 yılında da Ankara konserleri izler. 1928 yılında kolej eğitimlerini tamamlayan iki kardeş, Alman Leipzig Konservatuvarı'na giderler. 1930 yılında diplomasını alan Ferhunde Remzi kardeşiyle birlikte 1931 de yurda döner. Bir konser nedeniyle Ankara'ya gelirler. Burada Atatürk'ün "Sizler Ankara'da kalacaksınız ve benim okulumda öğretmen olacaksınız" (Müzik Ansiklopedisi, 1985, 2.cilt s.482) tarihi emri ve görevlendirmesiyle 7 Nisan 1931 de Musiki Muallim Mektebi'nde piyano-keman öğretmeni olarak göreve başlarlar.
"Türkiye'de amaçlı ve düzenli müzik eğitiminin, imparatorluk döneminde "ıslahat hareketleri" evrelerine kadar uzanan bir geçmişi olmasına karşın, müzik öğretmeni yetiştirme işine ilk kez Cumhuriyet döneminde 1 Kasım 1924'te Ankara'da açılan Musiki Muallim Mektebi'nde (Müzik Öğretmen Okulu) başlanmıştır. Okulun öğretim kadrosunu güçlendirmek amacıyla, 1925 yılından itibaren Avrupa'ya öğrenime gönderilenler, 1930 yılından itibaren yurda dönerek bu okulda göreve başladılar. Uygulanan eğitim giderek yoğun ve etkili bir nitelik kazandı. Ancak okul zamanla daha çok ve giderek yalnızca "sanatçı" yetiştiren bir kuruma dönüştü. Bunun üzerine yaklaşık onüç yıl süren bu uygulamadan sonra müzik öğretmeni yetiştirme işi 1937-38 öğretim yılında Gazi Orta Öğretmen Okulu ve Terbiye Enstitüsü'nde açılan Müzik Şubesi'nde sürdürülmeye başlanmıştır. (Prof.Dr. Uçan, Son 100 Yılda Türkiye'de Müzik Eğitimi, Bildiri, 1938, s.16)
Bu ayrımdan sonra sanatçı yetiştirme işi Ankara Devlet Konservatuvarı'nda sürdürülmeye başlanmış, Ferhunde Erkin, kadrosu Konservatuvarda olmak üzere, her iki kurumda da öğretmenliğine devam etmiştir. Böylece Atatürk'ün kurduğu Türkiye'nin "en eski müzik öğretmeni yetiştiren kurumunun en eski öğretmeni" olma özelliği ve onurunu taşımaktadır.
Ferhunde Erkin, öğretmenliği sürecinde orkestra eşliğinde 22 piyano konçertosunu, büyük çoğunluğu Türkiye'de ilk kez olmak üzere seslendirmiştir. Konser sonraları aldığı eleştiriler, onun müzik sanatına katkıları ve çalıcılık üzerine ustalığının kalıcı izlerini ortaya koymuştur.
O yıllarda Bedii Sevin takma adıyla yazan müzik eleştirmeni Faruk Güvenç, 14 Mayıs 1949 da Konservatuvar salonunda verilen Trio konserinin ardından, grubun mükemmelliğini anlatırken, Piyanist Ferhunde Erkin'e övgüsünü "kuvvetli bir tekniği ve müstesna, yumuşak ifade kudreti var. İyi bir müzisyen olduğunun en müspet delili" (Sevin, Ulus Gazetesi, 19 Mayıs 1950, sf.3) tarihindeki Cumhurbaşkanlığı Filarmoni Orkestrasının büyük Alman Şef Hans Rosbaud yönetiminde verdiği konserin solisti Ferhunde Erkin ile ilgili olarak "Eserin piyano partisini rahat ve hakim bir tarzda icra eden büyük piyanistimiz Bayan Ferhunde Erkin için, bu sütunda fazla bir şey söylemeye hacet yoktur. Sanatkar dünkü konserde tek kelimeyle "mükemmel" idi (Mimaroğlu, Ulus Gazetesi, 17.5.1950) diyerek, sanatçı kişiliğinin tanımını yapmıştır.
Atatürk'ün Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde 1 Kasım 1934 günü yapmış olduğu konuşmasında Türk müziğiyle ilgili "ulusal ince duyguları düşünceleri anlatan yüksek deyişleri, söyleşileri toplamak, onları bir gün önce genel son musiki kurallarına göre işlemek gerekir. Ancak bu güzeyde (sayede) Türk Ulusal Musikisi yükselebilir, evrensel musikide yerini alabilir" (Prof.Oransay, Atatürk ile Küğ. 1985, s.26) sözlerini her zaman ilke edinmiş olan Ferhunde Erkin, piyano edebiyatının önde gelen eserlerini verdiği çok sayıda konserlerle Türk halkına tanıtmış, resitallerinin ikinci bölümünü daima Türk bestecilerine ayırmış, toplumunun çoksesli müziğin yanı sıra, Çağdaş çoksesli Türk eserlerinden haberdar ederek, yorum ve düşünceleriyle bu eserleri halkına tanıtmayı amaçlamıştır.
Hasan Ali Yücel, bu amacı taşıyan, hedefine ulaşmış konserlerden birini şölene benzeterek "… Şimdi iki güzel çocuğun annesi olan bu hanımı mütareke günlerinden tanırım. O zamanlar hiç de moda olmayan alafranga musiki eserlerini bize tanıtırlar ve hatta sevdirirlerdi. Bu konuda ilk hocalarımız bu iki çocuktu. (…) F.Couperin'in müziğini Ferhunde Hanım'dan dinlerken, hafızam otuz yıl öncelerde uçuyordu. O zamanlarda alafranga musiki için, şişlenmiş köpeğin feryadı teşbihi pek edebi bir benzetme sayılırdı. Halbuki bu teşbihi yapanların çağdaşı bizler, Couperin'i şölenimize gelmiş bir ecnebi misafir gibi ahbapça karşıladık, dinledik zevk aldık. (…) Ferit Alnar, Necil Kazım Akses, Cemal Reşit beyler… apaçık söyleyeyim ki bu isimleri yazdıktan sonra arka arkaya okuduğum zaman içimde yepyeni, yaratıcı ve bizden musikinin sesini duydum. Ferhunde kızımız bizim "yamaçlar"dan bizim "denizlerimizin kıyısı"na iniyor, çocuk Ferid'in kanunla yaptığı, Şehzadebaşı salonlarında dinlediğimiz taksimleri andıran "improvisation"unu çalıyor; "oyun havası"na sıra geldiği vakit Anadolu'nun bazen kabadayıca ağır, bazen hoppaca kıvrak parmakları piyanoyu inletiyordu. Necil'in Ninnisi beşikteyken duyup şimdi unuttuğumuz analarımızın sesi… Ve nihayet büyük Türk musiki sanatçısı Cemal Reşid… Bize "bizliğimizi" duyuran bu adamlara bir defa daha minnet duydum. 4.11.1957" (H.A.Yücel, hürriyet Gene Hürriyet, 1966, s.271-272).
Atatürk'ün Türk müziği hakkındaki düşüncelerinin, o yıllarda artık gerçekleşmeye başladığını ve bunu halka ulaştıran büyük Cumhuriyet sanatçısının tarihi işlevini ancak böyle bir kalemden çıkan doğru ve nitelikli değerlendirme vurgulayabilir.
Paul Hindemith, Hans Rosbaud, Ernst Praetorius gibi ünlü yabancı şefler yönetiminde konserler verip, büyük İtalyan Viyolonselcisi Gaspar Cassado dahil olmak üzere yerli ve yabancı büyük sanatçılara eşlik etmiş, Türkiye'de kurulmuş oda müziği topluluklarının çoğuna piyanist olarak katılmıştır. Uzun yıllar ünlü kemancımız Suna Kan ile ikili çalışmalarını ve Türkiye'nin pek çok yöresinde yoğun konserlerini sürdürmüştür. Gerek Konservatuvar'da, gerekse Gazi Eğitim Enstitüsü'nde yetiştirdiği öğrenciler yurdun çeşitli müzik kurumlarında görev yapmaktadırlar. Öğrencileri Prof.Filiz Ali, Prof.Kamuran Gündemir, Prof.Nimet Karatekin ve üstün yetenekli çocuklar sınavına hazırladığı Hüseyin Sermet'i öne çıkan isimler arasında sayabiliriz.
Öğrencilerine yorulmadan çalabilmelerinin teknik ayrıntılarını zekice yöntemleriyle, kolaylıkla algılatabilen, çalışılan eserler üzerinde adeta form ve armoni derslerine dönüştürerek öğrencilerini donatan, teknik sorunların üstesinden gelebilmeyi en çabuk yöntemlerle ve parlak örneklerle unutulmaz biçime dönüştüren, berrak belleğiyle hataların tekrarına meydan verdirmeden eğiten, çağdaş ve Atatürkçü kişiliğiyle hemen her konuda etkileyip yönlendiriveren, "ya iyi solist, ya iyi pedagog" düşüncesini yıkarak her iki niteliği de üzerinde en iyi şekilde biçimleyerek kanıtlamış, onu sadece tanımış olanlara bile onur duygusu yaşatan büyük sanatçı ve hoca.
1867'de Ankara Devlet Konservatuvarı'ndan emekliliği üzerine Mükerrem Berk "kendisine çok şeyler borçlu olan Türk sanatı, onu daima minnet ve takdirle anacaktır" (C.S.O. Broşürü, 1.12.1967) diyor.
Yıllar sonra büyük Türk ressamı Eşref Üren, 30.4.1982 tarihli Cumhuriyet Gazetesi sütunlarında "Dış ülkelerde hepimizden çok tanınan bir Nurullah Berk, bir Ferhunde Erkin, bir Mithat Fenmen var. Onlar bize neler vermediler neler. Biz onlardan bir şilti bile esirgedik. Tanımıyoruz onları" diyerek, sanatçı duyarlılığı ile toplumuna sesleniyor.
Gene yıllar sonra, Duyuşlar adlı kitabıyla Türk müzik tarihine büyük hizmetinden dolayı şükran borçlu olduğumuz H.Ü. Ankara Devlet Konservatuvarı öğretim üyesi, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası sanatçısı, eleştirmen, araştırmacı yazar Prof.Koral Çalgan, 28.3.1991 Ferhunde Erkin Onur Günü'ndeki konuşmasının sonunda, "…işte bütün bu etkinliklerin, bütün bu hizmetlerin arkasından biz, devlet sanatçılığını bu büyük hocaya çok gördük." diyerek, Sanat Kurumu'nda güne katılanlara sesleniyor.
Yıl 1994; değerlerimize sahip çıkalım. Onları ulusumuzun yükselme, kültürümüzün güçlenme sürecinde birer değer olarak yerlerine oturtalım ki, nice yetmiş yıllar sonra tarih yeniden ve doğru olarak yazılma kuşkuları taşımasın. Bugünümüzün getirdiği onurlu, güçlü ve sağlam adımların bir gerideki adımlardan sonra atılabildiğini hiç unutmayalım ki, gelecekteki başka yetmiş yıllar bugünkü değerlerini de tarihine doğru biçimde yazsınlar.
Musiki Muallim Mektebinden, Müzik Eğitimi Bölümü'ne yetmiş yılı onurla bizlere yaşatan, sanatçı ve eğitimci kişilikleriyle günümüzde çağdaş ufuklar açan değerlerimize şükran ve saygıyla…
Necdet ve Ferhunde Remzi Karl Berger'in öğrencisi iken (1920)