
Ferhunde Remzi Almanya'da (1929)
Anne Nazmiye,  baba Ali Remzi Yiğitgüden çiftinin kızları Ferhunde, 1909 yılında İstanbul'da  dünyaya geldi. Birkaç yıl sonra çıkacak Balkan savaşıyla o tarihlerde Edirne'de  görevli olan babanın çocuklarını bu tehlike çemberinden son anda İstanbul'a  göndererek uzaklaştırması, Edirne kuşatması diye anılan çarpışmada komutanıyla  birlikte Burgar'lara esir düşmesi ve ancak yedi aylık bir esaretten sonra  İstanbul'a çocuklarının yanına dönebilmesi Ferhunde ile kendinden birbuçuk yaş  küçük erkek kardeşi Necdet'in bebeklik yıllarında ailece yaşanan zor günlerdir.
  Birinci Dünya  Savaşı'nın başladığı ve Çanakkale Destanı'nın yazıldığı yıllarda küçük Ferhunde  eğitim çağına gelmişti. Ve babasının kurmay binbaşı olarak görevli olduğu  Bandırma'ya yerleşmişlerdi. Çocuklarının eğitimi konusunda titizlikle duran  Remzi bey, ileri görüşlü aydın bir askerdi. Kendisi Türk müziği çalgılarından  keman, ut ve kanun çalmasına karşın, çocukları için Batı müziğiyle ilgili bir  eğitim yapmalarını istemekteydi. Nitekim Ferhunde'nin Sörler Okulu'na başladığı  sıralarda Bandırma'da Anesti adında bir Yunanlı öğretmen bulundu ve piyano  derslerine başlatıldı. Kısa bir süre sonra Necdet'in de aynı öğretmenle keman  derslerine başlaması, iki kardeşin küçük yaşta eğitilmelerini sağlayacak  yerinde bir karardı. Ayrıca o tarihlerde bu tür girişimler bir devrim  niteliğinde, ileriye dönük örnek gösterilebilecek yürekli atılımlardı.
  
Savaşa ara  verildiği dönemde İstanbul'a atanan Remzi bey, çocuklarını Gedik Paşa Amerikan  okuluna yazdırdı. Bu okulda bir Türk'le evli olan müzik öğretmeni madam  Sadık'tan bir süre keman ve piyano dersleri aldılar. O sıralarda bir rastlantı  sonucu, Avrupa'daki ve özellikle kendi ülkesindeki savaş sonrası görüntüye  dayanamayarak, İstanbul'a gelmiş büyük bir sanatçıdan söz ediliyor. Sevcik'in  yetiştirdiği değerlerden biri olan Macar kemancı Karl Berger'in Kalamış'ta bir  dostunun yanında kaldığı öğrenilir. İki kardeşin Karl Berger ile  tanıştırılmaları, Necdet Remzi'nin keman öğreniminde ciddi bir başlangıç  oluşturur. Ferhunde'nin de bu sanatçıdan yeterince yararlanmasıyla,  eğitimlerindeki ilk verimli yıllar başlamış olur. Ve böylelikle Ferhunde bir  yandan Berger'den yararlanırken, bir yandan da zamanın tanınmış piyano  öğretmeni Hegyei ile çalışmalarını sürdürür. Bu çalışmalar iki kardeşin kısa  sürede konser verecek bir düzeye gelmesiyle sonuçlanır. Sonunda beklenen önemli  gün gelip çatar ve ilk büyük konserlerini işgal altındaki İstanbul'un  Galatasaray Lisesi'nde 17 Nisan 1920 yılında, biri dokuz biri onbir yaşındayken  verirler. Hem kendilerinin, hem de Türk çocuklarının sanata ne denli yetenekli  olduklarını programda yer alan şu yapıtlarla kanıtlarlar:
  1- Beethoven,  Romans fa majör
  2- Viotti,  No:22 Keman Konçertosu
  3- Paganini,  Cadıların Dansı
  4-
    a) Handel,  Bourée
        b) Bach, Air
        c) Hubay Hullamzo Balaton
  Bu konserin  başarıyla sonuçlanmasından başka ilginç bir de olay yaşanır. İstanbul'daki  işgal ordularının bazı subaylarıyla Başkomutanı da, dinleyenler arasında  bulunur. Bunlar, anlaşılması güç bir tutumla (daha doğrusu bilinen nedenlerle)  programda yer alan yapıtların böylesine bir yorumla seslendirebilen çocukların  Türk olamayacağı savını ileri sürmektedirler. Yaptıkları soruşturma sonucunda  da, Türk olduklarını anlayınca şaşkınlıklarını gizleyemezler. Artık kimin ne  düşündüğü o kadar önemli değildir; çünkü bu konserleri, Union Française, Robert  Kolej, Fransız Tiyatrosu, elçilikler, üniversiteler, okullar, Ankara, Edremit,  Ayvalık ve İzmir'deki konserler izler.
  Bu yılların  en anlamlı ve genç piyanistin anılarında seçkin bir yeri olan olay ise,  Ankara'da yaşanır. Necdet'in Robert Kolej, Ferhunde'nin de Arnavutköy Kız  Koleji'nde öğrenci oldukları 29 Ocak 1926 yılında Ankara'da Büyük Millet  Meclisi Başkanı Kazım Özalp'in koruyuculuğunda -himayesinde- Milli Sinema  Salonu'nda Atatürk'ün de dinleyenler arasında bulunduğu bir konser verirler.  Atatürk, konserden sonra, küçük sanatçıları köşke çağırır ve etkilendiği bu  konser için beğenisini, o gün köşkte bulunan Recep Peker, Kılıç Ali, Yaver  Resuhi bey ile Sabiha Gökçen'den oluşan konuklarına dönerek, şu sözcüklerle  anlatır:
  "Türk'ün  sanat meşalesini yakıp, medeniyet kavgasını daha bacak kadar çocukken en düşman  bir muhit içinde yürütülmesini becerebilen bu çocuklara, lütfen ayağa  kalkmasını da biz bilelim, efendiler…"
  Atatürk'ün bu  övücü sözleriyle daha da güçlenen gençler, 1928 yılında kolej eğitimlerini  bitirdikten sonra, aynı yıl Almanların Alexander von Humboldt Stiftung bursundan  yararlanarak, Leipzig Konservatuvarına girerler. Ferhunde burada, Prof.Otto  Weinreich'in, Necdet Remzi de Hans Bassermann'ın öğrencisi olur. Ferhunde,  Leipzig'de yoğun çalışmalarının yanı sıra, konserler de verir ve 1930 yılında  başarılı bir sınavla diplomasını alarak, eğitimini tamamlar. İki kardeş 1931  yılının Şubat ayında da yurda dönerler. Türkiye'de daha önceleri verdikleri çocukluk  dönemine ait konserleri yerini, yetişkin gençlik konserlerine bırakır. Yurda  döner dönmez de, bir konser için Ankara'ya gelirler. Niyetleri, konserden sonra  hemen İstanbul'a dönmektir. Çünkü, Ferhunde'ye, mezun olduğu Arnavutköy Kız  Koleji'nde müzik öğretmeni olması için bir öneride bulunmuşlardır. Fakat  Ankara'ya gelişlerinin ikinci günü, köşkten bir haber gelir; o zamanki özel  kalem müdürü Tevfik Bıyıkoğlu aracılığıyla, Atatürk gençleri Çankaya'ya  çağırmaktadır. Atatürk, gençlerle bir süre konuştuktan sonra, Necdet'in de  Ferhunde'nin de emekliliklerine kadar sürecek olan görev yerlerini kesin bir  emirle bildirir. "Sizler, Ankara'da  kalacaksınız ve benim okulumda öğretmen olacaksınız." Bu tarihi emir, iki  sanatçının, şimdiki Ankara Devlet Konservatuvarı'nın çekirdeği olan Musiki  Muallim Mektebi'ne keman ve piyano öğretmenleri olarak, 7 Nisan 1931'de  atanmasıyla sonuçlanır. Bu arada Fransa'da bestecilik eğitimini bitirmiş ve  Ferhunde'den kısa bir süre önce okula atanmış olan, Ulvi Cemal Erkin'le  tanışırlar, 1932 yılında da evlenirler.
  Öğretmen  olarak göreve başladığı 1931 yılandan 1968 yılına dek, başka bir deyişle, kendi  isteğiyle emekli olduğu ve 36 yıl 7 ay aralıksız çalıştığı süre içinde;  konserleriyle olduğu gibi, yetiştirdiği öğrencileriyle de büyük hizmetler  verir. Yirmiden fazla piyano konçertosunun Türkiye'de  seslendirilişini yapar. Leipzig dönüşü,  "Musiki Muallim Mektebi" salonunda Zeki Üngör'ün yönetiminde, Beethoven'in do  majör piyano konçertosunu seslendirerek başlar bu konserler ve aralıksız sürer.  Konserlerinin pek çoğunda eşinin ve diğer Türk bestecilerinin yapıtlarına yer  vererek, bu yapıtların tanınmalarını sağlar. Ayrıca, konser programlarında Türk  bestecilerine yer verilmesi geleneğinin kurulması öncülüğünü de başlatır. Ulvi  Cemal Erkin'in 1941 yılında Halk Partisi ödülünü almasına neden olan piyano  konçertosunu Ferhunde Erkin'e sunar. Ferhunde Erkin, bu konçertoyu 1943'de  Berlin bombalanırken, daha sonra da 1958 yılında Münster'de seslendirir. Berlin  konserinin ilginç öyküsünü, Ferhunde Erkin şöyle anlatır:
  "Konserlerimin  arasında unutamadığım, çok güç koşullar altında yapılmış Berlin seyahatim ve bu  şehirde eşimin bana sunduğu piyano konçertosunu seslendirişim vardır. Uçağa ilk  kez bindiğim İkinci Dünya Savaşı sırasında, eşimle birlikte İstanbul'dan Alman  askeri kurye uçağı ile havalandık. Geceyi Viyana'da geçirdikten sonra, ertesi  sabah trenle Berlin'e gittik. Yol boyunca yaralı askerlerin taşınması, Berlin'e  geç ulaşmamızı ve bu nedenle bir prova kaçırmamıza neden oldu. O gece alarm  verildi ve uzun bir süre sığınakta beklemek zorunda kaldık. Bu korkulu gecenin  sabahında, bir prova yaptım ve öğleden sonra da konser. İlk kez Avrupa'nın  büyük bir sanat merkezinde ünlü bir şef ve ünlü bir orkestrayla Türk yapıtını  seslendiriyordum. Dinleyiciler arasında ünlü piyanist Wilhelm Kempff'in  olduğunu bilmem, konser heyecanımı bir kat daha arttırmıştı. Konserin başarıyla  sonuçlanması bir yana, benim için çok ürkütücü olan bu koşullar altında, bir  şehir halkının, müzik dinlemeyi vazgeçilmez bir gereksinme olarak almasına,  bombaların dehşet saçan seslerine karşın, konseri büyük bir sessizlikle  dinlemesine, hayranlıkla tanık oldum."
  Savaş yılları  dahil sayısız konserler, bugün piyanistler arasında seçkin bir yer edinmiş olan  yetiştirdiği piyanistler, Suna Kan ve Ferhunde Erkin ikilisi olarak anılarda  canlılığını koruyan resitaller, değerli piyanistimizin sanat yaşamında saygıyla  söz edilen uğraşlarıdır.
  Emeklilik sonrası  görevini yapmış insanların mutluluğu içinde geçirdiği sade yaşamında bile; tüm  sanatçıların sık sık başvurduğu, kültür ve deneyiminden yararlandığı, şeklen  emekli olmuş bir sanatçıdır.
        Ferhunde Erkin Ankara, Emek'teki dairesinde (1990'lı yıllar)

