Ferhunde Erkin
Ferhunde Erkin / 1909-2007

Koral Çalgan'ın kaleminden Ferhunde Erkin'in yaşam öyküsü


Ferhunde Remzi Almanya'da (1929)
Erkinleri yakından tanıyan ve Ulvi Cemal Erkin üzerine iki kitabı bulunan viyola sanatçısı Prof. Koral Çalgan, Ferhunde Erkin'in yaşam öyküsünü anlatıyor

Anne Nazmiye, baba Ali Remzi Yiğitgüden çiftinin kızları Ferhunde, 1909 yılında İstanbul'da dünyaya geldi. Birkaç yıl sonra çıkacak Balkan savaşıyla o tarihlerde Edirne'de görevli olan babanın çocuklarını bu tehlike çemberinden son anda İstanbul'a göndererek uzaklaştırması, Edirne kuşatması diye anılan çarpışmada komutanıyla birlikte Burgar'lara esir düşmesi ve ancak yedi aylık bir esaretten sonra İstanbul'a çocuklarının yanına dönebilmesi Ferhunde ile kendinden birbuçuk yaş küçük erkek kardeşi Necdet'in bebeklik yıllarında ailece yaşanan zor günlerdir.

Birinci Dünya Savaşı'nın başladığı ve Çanakkale Destanı'nın yazıldığı yıllarda küçük Ferhunde eğitim çağına gelmişti. Ve babasının kurmay binbaşı olarak görevli olduğu Bandırma'ya yerleşmişlerdi. Çocuklarının eğitimi konusunda titizlikle duran Remzi bey, ileri görüşlü aydın bir askerdi. Kendisi Türk müziği çalgılarından keman, ut ve kanun çalmasına karşın, çocukları için Batı müziğiyle ilgili bir eğitim yapmalarını istemekteydi. Nitekim Ferhunde'nin Sörler Okulu'na başladığı sıralarda Bandırma'da Anesti adında bir Yunanlı öğretmen bulundu ve piyano derslerine başlatıldı. Kısa bir süre sonra Necdet'in de aynı öğretmenle keman derslerine başlaması, iki kardeşin küçük yaşta eğitilmelerini sağlayacak yerinde bir karardı. Ayrıca o tarihlerde bu tür girişimler bir devrim niteliğinde, ileriye dönük örnek gösterilebilecek yürekli atılımlardı.

Savaşa ara verildiği dönemde İstanbul'a atanan Remzi bey, çocuklarını Gedik Paşa Amerikan okuluna yazdırdı. Bu okulda bir Türk'le evli olan müzik öğretmeni madam Sadık'tan bir süre keman ve piyano dersleri aldılar. O sıralarda bir rastlantı sonucu, Avrupa'daki ve özellikle kendi ülkesindeki savaş sonrası görüntüye dayanamayarak, İstanbul'a gelmiş büyük bir sanatçıdan söz ediliyor. Sevcik'in yetiştirdiği değerlerden biri olan Macar kemancı Karl Berger'in Kalamış'ta bir dostunun yanında kaldığı öğrenilir. İki kardeşin Karl Berger ile tanıştırılmaları, Necdet Remzi'nin keman öğreniminde ciddi bir başlangıç oluşturur. Ferhunde'nin de bu sanatçıdan yeterince yararlanmasıyla, eğitimlerindeki ilk verimli yıllar başlamış olur. Ve böylelikle Ferhunde bir yandan Berger'den yararlanırken, bir yandan da zamanın tanınmış piyano öğretmeni Hegyei ile çalışmalarını sürdürür. Bu çalışmalar iki kardeşin kısa sürede konser verecek bir düzeye gelmesiyle sonuçlanır. Sonunda beklenen önemli gün gelip çatar ve ilk büyük konserlerini işgal altındaki İstanbul'un Galatasaray Lisesi'nde 17 Nisan 1920 yılında, biri dokuz biri onbir yaşındayken verirler. Hem kendilerinin, hem de Türk çocuklarının sanata ne denli yetenekli olduklarını programda yer alan şu yapıtlarla kanıtlarlar:

1- Beethoven, Romans fa majör
2- Viotti, No:22 Keman Konçertosu
3- Paganini, Cadıların Dansı
4-   a) Handel, Bourée
      b) Bach, Air
      c) Hubay Hullamzo Balaton


Bu konserin başarıyla sonuçlanmasından başka ilginç bir de olay yaşanır. İstanbul'daki işgal ordularının bazı subaylarıyla Başkomutanı da, dinleyenler arasında bulunur. Bunlar, anlaşılması güç bir tutumla (daha doğrusu bilinen nedenlerle) programda yer alan yapıtların böylesine bir yorumla seslendirebilen çocukların Türk olamayacağı savını ileri sürmektedirler. Yaptıkları soruşturma sonucunda da, Türk olduklarını anlayınca şaşkınlıklarını gizleyemezler. Artık kimin ne düşündüğü o kadar önemli değildir; çünkü bu konserleri, Union Française, Robert Kolej, Fransız Tiyatrosu, elçilikler, üniversiteler, okullar, Ankara, Edremit, Ayvalık ve İzmir'deki konserler izler.

Bu yılların en anlamlı ve genç piyanistin anılarında seçkin bir yeri olan olay ise, Ankara'da yaşanır. Necdet'in Robert Kolej, Ferhunde'nin de Arnavutköy Kız Koleji'nde öğrenci oldukları 29 Ocak 1926 yılında Ankara'da Büyük Millet Meclisi Başkanı Kazım Özalp'in koruyuculuğunda -himayesinde- Milli Sinema Salonu'nda Atatürk'ün de dinleyenler arasında bulunduğu bir konser verirler. Atatürk, konserden sonra, küçük sanatçıları köşke çağırır ve etkilendiği bu konser için beğenisini, o gün köşkte bulunan Recep Peker, Kılıç Ali, Yaver Resuhi bey ile Sabiha Gökçen'den oluşan konuklarına dönerek, şu sözcüklerle anlatır:

"Türk'ün sanat meşalesini yakıp, medeniyet kavgasını daha bacak kadar çocukken en düşman bir muhit içinde yürütülmesini becerebilen bu çocuklara, lütfen ayağa kalkmasını da biz bilelim, efendiler…"

Atatürk'ün bu övücü sözleriyle daha da güçlenen gençler, 1928 yılında kolej eğitimlerini bitirdikten sonra, aynı yıl Almanların Alexander von Humboldt Stiftung bursundan yararlanarak, Leipzig Konservatuvarına girerler. Ferhunde burada, Prof.Otto Weinreich'in, Necdet Remzi de Hans Bassermann'ın öğrencisi olur. Ferhunde, Leipzig'de yoğun çalışmalarının yanı sıra, konserler de verir ve 1930 yılında başarılı bir sınavla diplomasını alarak, eğitimini tamamlar. İki kardeş 1931 yılının Şubat ayında da yurda dönerler. Türkiye'de daha önceleri verdikleri çocukluk dönemine ait konserleri yerini, yetişkin gençlik konserlerine bırakır. Yurda döner dönmez de, bir konser için Ankara'ya gelirler. Niyetleri, konserden sonra hemen İstanbul'a dönmektir. Çünkü, Ferhunde'ye, mezun olduğu Arnavutköy Kız Koleji'nde müzik öğretmeni olması için bir öneride bulunmuşlardır. Fakat Ankara'ya gelişlerinin ikinci günü, köşkten bir haber gelir; o zamanki özel kalem müdürü Tevfik Bıyıkoğlu aracılığıyla, Atatürk gençleri Çankaya'ya çağırmaktadır. Atatürk, gençlerle bir süre konuştuktan sonra, Necdet'in de Ferhunde'nin de emekliliklerine kadar sürecek olan görev yerlerini kesin bir emirle bildirir. "Sizler, Ankara'da kalacaksınız ve benim okulumda öğretmen olacaksınız." Bu tarihi emir, iki sanatçının, şimdiki Ankara Devlet Konservatuvarı'nın çekirdeği olan Musiki Muallim Mektebi'ne keman ve piyano öğretmenleri olarak, 7 Nisan 1931'de atanmasıyla sonuçlanır. Bu arada Fransa'da bestecilik eğitimini bitirmiş ve Ferhunde'den kısa bir süre önce okula atanmış olan, Ulvi Cemal Erkin'le tanışırlar, 1932 yılında da evlenirler.

Öğretmen olarak göreve başladığı 1931 yılandan 1968 yılına dek, başka bir deyişle, kendi isteğiyle emekli olduğu ve 36 yıl 7 ay aralıksız çalıştığı süre içinde; konserleriyle olduğu gibi, yetiştirdiği öğrencileriyle de büyük hizmetler verir. Yirmiden fazla piyano konçertosunun Türkiye'de  seslendirilişini yapar. Leipzig dönüşü, "Musiki Muallim Mektebi" salonunda Zeki Üngör'ün yönetiminde, Beethoven'in do majör piyano konçertosunu seslendirerek başlar bu konserler ve aralıksız sürer. Konserlerinin pek çoğunda eşinin ve diğer Türk bestecilerinin yapıtlarına yer vererek, bu yapıtların tanınmalarını sağlar. Ayrıca, konser programlarında Türk bestecilerine yer verilmesi geleneğinin kurulması öncülüğünü de başlatır. Ulvi Cemal Erkin'in 1941 yılında Halk Partisi ödülünü almasına neden olan piyano konçertosunu Ferhunde Erkin'e sunar. Ferhunde Erkin, bu konçertoyu 1943'de Berlin bombalanırken, daha sonra da 1958 yılında Münster'de seslendirir. Berlin konserinin ilginç öyküsünü, Ferhunde Erkin şöyle anlatır:

"Konserlerimin arasında unutamadığım, çok güç koşullar altında yapılmış Berlin seyahatim ve bu şehirde eşimin bana sunduğu piyano konçertosunu seslendirişim vardır. Uçağa ilk kez bindiğim İkinci Dünya Savaşı sırasında, eşimle birlikte İstanbul'dan Alman askeri kurye uçağı ile havalandık. Geceyi Viyana'da geçirdikten sonra, ertesi sabah trenle Berlin'e gittik. Yol boyunca yaralı askerlerin taşınması, Berlin'e geç ulaşmamızı ve bu nedenle bir prova kaçırmamıza neden oldu. O gece alarm verildi ve uzun bir süre sığınakta beklemek zorunda kaldık. Bu korkulu gecenin sabahında, bir prova yaptım ve öğleden sonra da konser. İlk kez Avrupa'nın büyük bir sanat merkezinde ünlü bir şef ve ünlü bir orkestrayla Türk yapıtını seslendiriyordum. Dinleyiciler arasında ünlü piyanist Wilhelm Kempff'in olduğunu bilmem, konser heyecanımı bir kat daha arttırmıştı. Konserin başarıyla sonuçlanması bir yana, benim için çok ürkütücü olan bu koşullar altında, bir şehir halkının, müzik dinlemeyi vazgeçilmez bir gereksinme olarak almasına, bombaların dehşet saçan seslerine karşın, konseri büyük bir sessizlikle dinlemesine, hayranlıkla tanık oldum."

Savaş yılları dahil sayısız konserler, bugün piyanistler arasında seçkin bir yer edinmiş olan yetiştirdiği piyanistler, Suna Kan ve Ferhunde Erkin ikilisi olarak anılarda canlılığını koruyan resitaller, değerli piyanistimizin sanat yaşamında saygıyla söz edilen uğraşlarıdır.

Emeklilik sonrası görevini yapmış insanların mutluluğu içinde geçirdiği sade yaşamında bile; tüm sanatçıların sık sık başvurduğu, kültür ve deneyiminden yararlandığı, şeklen emekli olmuş bir sanatçıdır.




Ferhunde Erkin Ankara, Emek'teki dairesinde (1990'lı yıllar)

  Copyright © 2009 Ferhunde Erkin | Hakkında