Ferhunde Erkin
Ferhunde Erkin / 1909-2007

Suna Kan ve Ferhunde Erkin Kıbrıs'ta Rauf Denktaş ile (3 Mayıs 1961)

Ferhunde Erkin Onur Günü Konuşmaları


Ferhunde Erkin Onur Günü Konuşmaları, Kâmuran Gündemir, Koral Çalgan, Suna Kan'ın konuşması, 28 Mart 1991, Sanat Kurumu

28 Mart 1991 günü yapılan Ferhunde Erkin onur gününde, onun öğrencisi olmuş, piyanist ve eğitimci Kâmuran Gündemir, viyola sanatçısı Koral Çalgan ve keman sanatçısı Suna Kan, Ferhunde hocayı anlatıyorlar.

PROF.KORAL ÇALGAN AÇIŞ SÖZLERİ:

- Hoş geldiniz. İyi akşamlar diliyoruz. Konuşmacılarımızdan bir tanesi, Nevit Kodallı eksik. Günün modasına uyarak fıtık ameliyatı oldu. O yüzden gelemedi bu akşam. Bu yüzden biz biraz fazla konuşacağız. İlk konuşmacımız, Sayın Kâmuran Gündemir.

PROF. KÂMURAN GÜNDEMİR: Efendim Ferhunde Hoca'yı anlatmak benim için çok güç. Fakat elimden geldiği kadar hocamı anlatmaya çalışayım. Konservatuvara girdiğim ilk günlerden bugüne dek tam 42 yıl geçmiş. Neredeyse yarım asır. İlk önce Kompozisyon Bölümü'ne girdim, Ferhunde Hoca da piyano sınıfına kabul ettiler. Kendilerine minnet borçluyum. Sınıfımız, bir kültür yuvasıydı. Ferhunde Hoca dinamik, coşkulu, öğrencileriyle hemen diyalog içine giren, o engin kültürünü bize aktaran, piyano çalan, çaldıran, konserler veren, verdiren, çağdaş kültürün tüm ince nüanslarıyla donanmış ilerici bir Atatürk kadınıydı. Hocamı böyle tanıdım. İlk geldiğim günlerde bize daima şunu söylerdi: "Çak çalışın, sanat bir yaşam biçimidir ve yaşam boyunca mutlu olacaksınız, mutsuz olacaksınız, fakat sanattan ayrılmak da güçtür." Ferhunde Hoca gerçekten büyük bir piyanist, yorumcu, eğitici, bu yönleriyle daima örnek olmuş, örnek olacak bir insan. Hocam hakkında konuşmak daha çok yaşam biçiminden, sanat yaşamından bazı kesitler alarak, özellikle de hoca ve öğrenci ilişkisine değinerek bazı örneklerle anılar, sanatsal etkinlikleri gibi konularda konuşmak istiyorum. Hemen şunu söylemek isterim, Ferhunde hanım gerçekten çağdaş piyano ekolünü Türkiye'de kuran tek kişidir ve biz öğrencilerine, ağırlık metodunu öğretmiştir. Ağırlık metodu, birazcık bırakarak gerçekten çağdaş bir çalma biçimidir. Ağırlık metodunun tanımını yapmam gerekirse, bedenin tüm güç odaklarından yararlanarak, bu gücün büyük bir doğallık içinde, rahatlık içinde tuşlar üzerine aktarım sanatıdır diyebilirim. Ferhunde hanım bu ağırlıkları bize gösterirdi ve anlatırdı. Konservatuvara girdiğim günlerde, Bach çalışıyoruz derste. Ben Ayvalık'tan gelmişim. Bach'ı isim olarak duymuşum. Bach'tan küçük bir parça. Fakat ben bir türlü yapamıyorum. Bir hafta geçti, iki hafta geçti. Ferhunde hocama mahcup oluyorum. Çalıştığımı kanıtlamak için, sağ eli sol ele, sol eli sağ ele geçirerek, elleri de çaprazlayarak oturdum, Ferhunde hocaya çaldım. "Ne yapıyorsun Kâmuran" dedi. "Hocam, çalıştığımı kanıtlamak istiyorum, kusura bakmayın" deyince, "evlâdım, bu parça olsa da olmasa da bunu geçiyoruz. Fakat senin yapacağın bir iş var, Kompozisyon Bölümü'nden ayrıl, Piyano Bölümü'ne gir. Senin bu inancınla ben piyanist olacağına inanıyorum" demiştir. Hocam, böylece benim yönümü çizmiş bir kişidir. İkinci bir anım, ikinci senede konser yapıyoruz. Ferhunde hoca çok konser vermiştir ve bize de hep öneride bulunmuştur, "topluluk önünde çalın" diye. Gazi Terbiye Enstitüsü'nde konser vereceğim. Ferhunde hoca geldi, Konservatuvara, beni almak için. Ben panik içindeyim, Ferhunde hoca bunu hissetti, "Efendim ateşim 38, acaba çalabilir miyim?" diye sızlandım biraz. Ferhunde hoca gayet sert olarak, "Ben, kırk derece ateşle çaldım, hadi Kâmuran gidiyoruz, göreceksin bak çok iyi olacak" deyip, elimden tutup götürmüştür Gazi Terbiye'ye, sahnenin gerisinde bana moral vermiştir ve mendiliyle terimi silmiştir. Konser sonrası okula götürüyor beni, Konservatuvara dönüyoruz, "Kâmuran nasılsın?" dedi, "Hocam, hiçbir şeyim kalmadı, hepsi geçti." "Gördün mü, buna 'trak' derler" dedi. "Ben bunun böyle olacağını biliyordum. Fakat bu trak hayat boyunca seni sarsacaktır, senin bu korkuyla, sahne korkusuyla arkadaş olman lazım. Olumlu yönü vardır, olumsuz yönü vardır. Olumsuzu bırakıp olumluyu kullanacaksın. Daha coşkulu müzik yaptırır sahne heyecanı insana", dediğini anımsıyorum.

Yine bir anı. Pırıl pırıl bir ilkbahar sabahı, Ferhunde hoca sınıfa gelir, beni görünce, "Nedir bu halin, ne oldu?" der. "Hocam, piyano çalışmak için erken kalktım, bir şey mi oldu?" "Hayır hayır, yüzün sapsarı, gözlerin halka halka. Kalk piyanonun başından. Senin şimdi piyano çalmaya değil, güneşi görmeye ihtiyacın var" dedi. Beni elimden tuttu ve bahçeye çıkardı. O arada sanatın bir düşünce ürünü olduğunu söyledi. "Bir piyanist sadece piyano başında gelişmez," demişti. Hakikaten müzisyen olmak, bir düşünce ürünüdür.

Bakınız başka bir anım: Ferhunde hanımın bize gösterdiği teknik ile, gerçekten yorulmadan piyano çalardık biz. Saatlerce, on saat dahi çalışsak, yorulmazdık. Eskilere gidiyorum. Paris'e gittiğim zaman, Lazar Levy'e gittim. Bir sonatın oktavlarını çalışıyoruz. Lazar Levy, "bir çal" dedi, "bir daha çal", "bir daha çal", dördüncü, beşinci defa tekrarlatıyor pasajları mütemadiyen. "Niye çaldırıyorsunuz hocam?" dedim. "Senin yorulmanı bekliyorum," diye yanıtladı Lazar Levy. "Kesinlikle yorulmam, çünkü gücümü arkadan, sırttan alarak kollara geçirip, oradan piyanonun üzerine aktarıyorum. Bu saatte, bu şartlarda on saatte piyano çalabilirim," deyince, bir anısını anlattı Lazar Levy: "Kraliçe Elizabeth konkurunda jüri üyesiyim, bir genç piyanist geldi, o kadar mükemmel çaldı ki, bizleri büyüledi. Konserler verdi ve giderek bu çocuk ünlü oldu. Adı, Emil Gilels. Emil'i dinledikten sonra, ben tekniğimi çok değiştirmek istedim fakat maalesef başarılı olamadım, çünkü yaşım çok ilerlemişti." dedi. İşte Ferhunde hocanın bize verdiği teknikten söz ediyordu.

Ferhunde hocanın bilinmeyen taraflarından biri de, tabii öğrencisi olarak anlatıyorum, ürkütücü deşifre yeteneği idi. Parçayı alır, tüm nüanslarına, temposunda, müziğin özüne uygun biçimde ve hatasız çalardı Ferhunde hoca. Bize verdiği parçaları oturur çalar, bunların teknik merkezlerini gösterir, teknik üretim noktalarını saptar, duatelerini koyar, durmadan fon ve biçim bakımından bize anlatırdı, tekrar çalardı. Biz, Ferhunde hocadan çıktığımız zaman, sanki parçayı ondan dinlemiş olmakla, o güzelim çalışıyla bize birer plak hediye etmiş olurdu. Hazır gider, ayrılırdık. Ferhunde hocanın kapısı daima çalınır ve tüm müzisyenler gelirler, hocanın derinliğinden, kültüründen, bilgisinden yararlanırlar. Hoca durmadan çalar, durmadan eşlik eder, kentetlerde çalar, triolarda çalar, konserler verir, konçertolar çalar ve bize daima bunları önerirdi.

Bakınız, hocanın bilinmeyen bir yönü daha: Ferhunde hoca, piyanoda pedal kullanma sanatının büyük ustasıdır. Bu, gerçekten öyle. Piyanonun, pedalın bütün kurallarından bahseder, pedal kullanma yöntemlerini gösterir ve pedal çeşitlerini bize anlatır, bunları yapıtlarda uygular, çok edisyonlarda pedal hataları bulur ve onları düzeltirdi. Bu çok hassas bir konudur. Yine bakınız başka bir konuya geçiyorum. Hocamla Bach Chaconne çalışmıştım, konserler yaptık fakat Paris'e gittikten sonra bize Lazar Levy çalın, dedi. Eseri çalıyorum, bir aralık durur gibi oldum. Lazar Levy "Durun, bu çaldığınız pedalların işaretlerini yapıtın altına koyalım," dedi. Ben, "bunlar belleğimde," dedim. "Buna karşın yapıtla kalıcı olsun," dedi ve Ferhunde hanımdan söz ettiğim zaman, büyük saygılarını sunduğunu söyledi. Ferhunde hanımı çok iyi tanıyorlardı. Ve kütüphanesine giderek, bir mektup getirdi. Mektup, Busoni'den geliyordu. Busoni o sıralar Bach'ın yapıtları üzerinde transcription yapıyor ve oradan tınıyı yakalamak istiyordu. Ve Bach Chaconne da bunlarla ilgiliydi ve Busoni pedal konusuna bir yerde değinerek, "pedal piyanonun ruhudur. Öyle anlar oluyor ki, piyano demek, pedal demektir diyesim geliyor. Pedalsız bir piyanoyu ve o kültürü almayan bir piyanisti ben ne piyanist olarak ve pedalsız olarak bir piyanoyu düşünemiyorum," diyor. Bunu çok iyi bilmek lazım. Ferhunde hocaya bir artı koyuyorum burada. Ferhunde hoca, "pedal bir duymak sanatıdır, pedal demek kulaktır," derdi bize. "Bütün bu kuralları size anlatmama karşın, bütün kullanma yöntemlerini göstermeme karşın, siz duyamazsanız, bunu ben size öğretemem," derdi. Herhalde öyleydi hocam. Ve bir şey daha söylemek istiyorum. Ferhunde hoca pedalı bize gösterirken, şunu önerirdi: "Bu, bir kulak sorunudur, kulak refleksinizi geliştirin, mekanikle bağlayın ve burada birtakım egzersizler yaparak bunları çoğaltın ve eserler, yapıtlar üzerinde deneyin. Bunu yapmazsanız, hayatınız boyunca pedaldan korkacaksınız ve pedalı kullanamayacaksınız," derdi. Çok doğru sözler bunlar, hakikaten tarihi sözler bunlar, hep bize rehber olmuş, büyük sözcükler, büyük tümceler.

Ferhunde hocanın başka bir yönü. Ünlü bir piyanist, Avrupa'da konserler vermiş, yurtiçinde konserler vermiş, durmadan, yorulmadan çalmış, otuz kadar piyano konçertosunu çalmıştır. Bakınız Roussel Konçerto'sunu çalmıştır, ben duymuştum çaldığını fakat, geldiğimden, yani elli yıllık zaman geçti aradan, Roussel Konçerto daha Ankara'da çalınmamıştır. Rahmetli Ulvi Cemal Erkin hocanın konçertosu çalınır, Berlin bomnbardıman altındayken hoca gider Berlin'de çalar. Yabancı konçertoların Türk eserlerinin ilk seslendirişlerini yapar, durmadan yorulmadan Hoca çalar.

Bakınız ilginç bir yön daha. Elime geçti, eski bir program. Ferhunde hanım programlarını şöyle düzenlerdi: Başta klasikler, romantikler, izlenimciler fakat programın ikinci yarısı tümden Türk bestecilerine ve çağdaş yapıtlara ayrılmıştır. Bizim sınıfımızda, o zaman genç bir Fransız, Jean Françaix çalınıyordu. Bütün Honeggerler, bütün Hindemithler, bütün Stravinskyler, ne kadar çağdaş yapıt varsa, Ferhunde hanımın sınıfında çalınırdı ve çağdaşlaşma adımlarını orada atardık. Ferhunde hanımın programları ilginçti, dedim. Çünkü Hocam, bir geleneği de burada pekiştiriyordu. Bize hep şunu söylerdi: "Biz çalacağız ki Türk eserlerini, bu bir gelenek haline gelsin ve besteciler durmadan yazsınlar." Ferhunde hanım bunun en güzel örneklerini vermiş bir insandır. Benim bugün radyoda Türk eserlerine ait bir-iki saatlik bandım varsa, bunu Ferhunde hocaya borçluyum. Çünkü o geleneği sürdürüyorum, elimden geldiğince.

Ferhunde hocanın başka bir ilginç anısı: Bir gün Avusturya sefaretinde büyükelçi ile karşılaşırlar. Büyükelçi "Mécene"dir, sanatseverdir, Ferhunde hanıma der ki, "Beethoven'in Appassionata sonatı bir kadın piyanist tarafından hiçbir zaman çalınamaz, çünkü bu bir erkek tınısı ister, erkek gücü ister." Oysa benim hocam, görkemli ve dinamik piyano çalardı, o tekniği sayesinde. Ferhunde hoca bunu resitaline alır, çalar, o Büyükelçi de gelir, konserden sonra Ferhunde hanımdan büyük özür dileyerek, "beni affedin, özür diliyorum ve bütün inançlarım değişmiştir." der Ferhunde hocaya. Ferhunde hoca hakikaten durmadan, yorulmadan çalışan bir insan. Emek dolu, inanç dolu, coşku dolu, uygar, ilerici, Atatürk'ü bize sevdiren, Atatürk ilkelerine sonuna kadar bağlı olan, gerçekten bayrak taşımış, öncü olmuş ve hâlâ da olacaktır. Kendisi gerçekten büyük bir insan, çok büyük saygılarımı Hocam'a yineliyorum ve minnet borcumu tekrarlıyorum. Allah sizden razı olsun, hep beraber olmayı diliyorum. Çok teşekkür ederim dinlediğiniz için, sağolun.

KORAL ÇALGAN : Eğitimim gereği hep elimdeki söz aracı çalgım oldu. Bu nedenle sürç-ü lisan edersem, affola. Ferhunde Erkin'in hem öğrencisi olabilme, hem de sonraki yıllarımda da yakın çevresinde bulunabilme şansına sahip bir insan olarak, değerli hocamı ona yaraşır bir çizgiye oturtabilmek ve değerli hizmetlerinin altını çizebilmek için, biraz geriye dönmek istiyorum.

Söyleyeyim mi Hocam, doğum tarihinizi? Ferhunde Erkin, 8 Temmuz 1909 doğumlu. Hocamız, İstanbul'da dünyaya geldi. Bir yıl sonra da, birbuçuk yıl sonra da 5 Şubat 1911 yılında erkek kardeşi, rahmetli Keman öğretmenim Necdet Remzi Atak dünyaya geldi. Baba o tarihlerde Edirne'de görevli. Ali Remzi Yiğitgüden. Bir süre sonra, Balkan Savaşı patlak verdiği zaman, çocuklarını ve eşini İstanbul'a yolluyor ve komutanıyla birlikte, Şükrü Paşa'yla birlikte, 'Edirne Kuşatması' diye anılan o ünlü çarpışmada Burgarlara esir düşüyor. Ancak yedi ay sonra, bu esaretten kurtulup, İstanbul'a, çocuklarının yanına dönebiliyor. Ali Remzi Yiğitgüden, çok önemli bir insan. Bize Hem Ferhunde hocayı, hem Necdet hocayı kazandıran, kararlı, aydın bir asker. Esir düşüyor… Görevi gereği yurdun çeşitli yerlerinde görevler yapıyor, gidiyor, dünya savaş içinde ama aklına koymuş, iki çocuğuna da çoksesli müzik eğitimi verdirme konusunda yollar arıyor ve buluyor nitekim. O tarihlerde Ferhunde Erkin, eğitim çağına geldiği tarihte, Bandırma'da görevli Ali Remzi Yiğitgüden. Kurmay bir binbaşı. Anesti efendi diye bir Yunan asıllı piyano öğretmeni bulunuyor.

Bu Anesti efendi, askerliğini orada, Ferhunde Hanımın babasının yanında yapıyor, daha önce İstanbul'da sessiz sinema zamanında sinemalarda çalan bir piyanist. Bir süre sonra Necdet bey de yine Anesti efendiden derslere başlıyor. Daha sonra tekrar İstanbul'a dönüş var. İstanbul'da Madame Sadık'tan, Miss Margaret Kennedy'den, Hegyei'den dersler aldıktan sonra, asıl Necdet Remzi Atak'ın ve Ferhunde Erkin'in yolunu çizen ve onları yönlendiren çok değerli bir hocayla birlikte oluyorlar, Karl Berger.

Berger, bu iki çocuğu diyelim, dokuz ay sonra çok önemli bir konsere hazırlıyor. Bu konserde Vieuxtemps'dan Konçerto var, 22 numaralı, Paganini Cadıların Dansı var, Handel Sonat var, yani yetişkin insanların, belli bir seviyeye gelmiş insanların çalabileceği güçlükte eserlerle ilk kez, ilk ciddi konserlerini 20 Mart 1920 yılında çıkarıyorlar. Dört-beş gün önce de İstanbul işgal edilmiştir. İşgal kuvvetleri oradadır. Ve konserde, işgal kuvvetlerinin komutanı ve yine işgal kuvvetlerinden bazı subaylar da bulunuyor. Ve konserden sonra söyledikleri, bu çocuklar Türk olamaz. Gerçeği anladıktan sonra da, hayretlerini gizleyemiyorlar, ama gerçeği de kabulleniyorlar. Fakat bundan daha önemli bir olay var: Ertesi gün gazetede şu önemli tümce yer alıyor: "Dokuz ile onbir yaşındaki bu güzel Türk çocukları, en karanlık, en umutsuz günlerimizde bizi cihana karşı başımızı dik, göğsümüzü kabarık tutmasını mümkün kılıyorlar," diye bir yazı çıkıyor. Bu yazıdan, bu gazete haberinden Atatürk'ün haberi var mı, yok mu, bilmiyorum. Ya da Atatürk'e böyle bir olay anlatıldı mı, onu da bilmiyorum.

Savaş sona eriyor, Cumhuriyet ilan olunuyor, 29 Ocak 1926. Gençler bu kez ankara'da bir konser veriyorlar ve bu konserin dinleyicileri arasında Atatürk ve İnönü de var. Muzaffer Kılıç'a emir veriyor Atatürk, konserden sonra, "çocuklar, akşam benim yemeğe davetlidir, misafirimdir, gelsinler" diyor. Ferhunde ve Necdet Remzi, konserden sonra Köşke çıkıyorlar. Köşk'te Atatürk'ün misafirleri arasında Recep Peker var, Resuhi bey var, Sabiha Gökçen, Kılıç Ali var. Ve Atatürk'ün gençleri karşılarken söylediği şu güzel tümceye dikkat çekmek istiyorum: "Türk'ün sanat meşalesini yakıp, medeniyet kavgasını en düşman bir muhit içinde yürütebilmesini becerebilen bu çocuklara, lütfen ayağa kalkmasını da biz bilelim efendiler!" Atatürk, iki Türk gencini, iki Türk sanatçısını işte böyle karşılıyor.

1920 ile 28 arası Necdet Remzi Atak ile Ferhunde Erkin'in birlikte çok yoğun konserler verdikleri bir döneme rastlıyor. Galatasaray Lisesi'nde, elçiliklerde, üniversitede, Union Française'de, Edremit'te, Ayvalık'ta, İzmir'de, Ankara'da, 20 ile 28 Nisan arası çok yoğun geçen bir konser dönemi. 28'de gençler, bir Alman bursuyla Leipzig'e gidiyor. Üç yıl okumadan diploma hakkı vermeyen bu okulda, iki yetenekli Türk genci, iki yılda diploma alma hakkını kazanıyorlar ve bir ayrıcalık tanınıyor, diplomalarını alıyorlar. 7 Nisan 1931'de de İnönü'nün direktifleriyle iki genç, Musiki Muallim Mektebi'ne öğretmen olarak atanıyorlar.

1931'den sonra Ferhunde Erkin'in Türk müzik yaşamında çok önemli görevleri var. Kâmuran'ın da söylediği gibi, otuza yakın piyano konçertosunun Türkiye'de ilk çalınışını yapıyor. O konçertoları tanıtıyor. Dışarıdan gelen ünlü müzisyenler var, Cassado gibi, Saldarelli gibi. İşte onlara eşlik edebilecek nitelikte, Türkiye'de aktif bir piyanist vardır, O da Ferhunde Erkin. Bütün bu ünlü müzisyenlere Ferhunde Erkin eşlik ediyor. Yine Kâmuran'ın dediği gibi, Türk yapıtlarının her programda yer alması geleneğini yine Ferhunde Erkin'de görüyoruz ve Ferhunde Erkin yerleştiriyor bu geleneği. Ve bu değerli hizmetleri aralıksız otuzaltı yıl, yedi ay sürüyor. Bu arada, bu etkinliklerin içinde de değerli bir ikili var. Uzun yıllar birlikte çalışmış, çok sayıda konserler vermiş, Ferhunde Erkin ve Suna Kan ikilisinin bir süre, uzun bir süre hatta, birlikte konserleri var. Sanıyorum Suna bunu anlatacak bize.

Ben, sözümü şöyle noktalamak istiyorum. Hocam gerçi kızıyor bana ama, bazen, evet işte bütün bu etkinliklerin, bütün bu hizmetlerinin arkasından biz, Devlet Sanatçılığı'nı bu büyük Hoca'ya çok gördük.

SUNA KAN : Efendim, gerek Kâmuran, gerek Koral müzikçiler ama, herhalde siz de benimle aynı kanıdasınız, esaslı konuşmacılara, yani profesyonel konuşmacılara taş çıkaracak kadar iyi konuşuyorlar. Ben tabii ki, çok zayıf kalacağım bu arkadaşlarımın yanında. Ferhunde hanım, bugünkü toplantıda bana deselerdi ki ağzını açacaksın, tek bir cümle söyleyeceksin. O zaman diyecektim ki, "Ferhunde hanım müthiş bir kadınsınız." Hakikaten öyle. İmren Erşen hanım bana bundan birkaç hafta önce telefon etti, hakikaten güzel bir toplantı bu, beni de eksik olmasın çağırdılar, "birkaç söz söyler misiniz," diye. "Aaa tabii, memnuniyetle" dedim. Çünkü bir düşündüm, ooo Ferhunde hanım için dünya kadar söylenecek söz var. Fakat günler yaklaştıkça, yani bugün yaklaştıkça, 'Yarabbim ne konuşacağım, ne söyleyeceğim, neresinden başlayacağım?' der oldum. Anılar o kadar çok ki, Kâmuran! O zaman birden düşündüm ki, Ferhunde hanım siz kendimi bildim bileli o kadar benimle berabersiniz ki, neresinden başlayayım.

Hakikaten kendimi bildim bileli hep bir Ferhunde hanım oldu. Koral biraz önce bir ikilimizden bahsetti. Ona geleceğim fırsat olursa. Fakat, siz her zamanki tevazuunuzla, biraz önce Koral'ın dediği gibi, büyük, özellikle büyük müzikçilerle çaldığınız sıralarda, bu arada Prihoda falan da vardı yanılmıyorsam, bir büyük yabancı, ben de dokuz-on yaşındaydım, beni her yerde özel yetenekli maymun gibi gösterdikleri devirde, sizin eve getirdi babam. Şef Hermann Scherchen gelmişti Ankara'ya, ona dinletmek istiyorlardı. Ve siz, o günlerde beraber çalıştığınız büyük müzisyenlerin yanında, her zamanki tevazuunuzla oturdunuz, yanılmıyorsam galiba Viotti konçerto çaldık sizinle. Sizle ilk müzik aracılığıyla buluşmamız o gün oldu. Sonraki yıllarda gittim, geldim falan, sonra 1960'ta Ankara'ya taşındığım zaman, özel hayatımda da fırtınalı günlerdi. Sizin eviniz daima benim esas evim oldu. Şimdi burada, özel şeylere girmeyeceğim, ama, siz ne demek istediğimi gayet iyi anlıyorsunuz.

Sonra, 1960 yılında biz ikiliyi kurduk. Siz lutfettiniz, benimle beraber çalmayı kabul ettiniz. 1967 yılına kadar devam etti ve beni çok erken terk ettiniz diyorum ben, hakikaten öyle. Şimdi sizden hangi yönünüzle bahsedebilirim, diye düşündüm kendi kendime. Hayatımdaki yerinizden, hocam oluşunuzdan, Estağfurullah demeyin, öyle. Estağfurullah demesi doğru olarak bende bu sefer. Çünkü ben gayet iyi hatırlıyorum, Paris'te bilmem senelerce kalmışım, keman öğrenmişim, bir şeyler yapıyorum falan ama, bir Cesar Franck sonatı daha önce çalışmış olmama rağmen, Ulvi bey ve Siz, bu sonatta bana çok yeni yollar açtınız. Ben bunu gayet iyi biliyorum. Onun dışında, Mozart sonatları çalıştığımızda, o güne kadar keşfedememiş olduğum inceliklerinde bana yol gösterdiniz. Bunların hepsini çok iyi hatırlıyorum ve bunları hiçbir zaman da unutmama imkan yok. Evet, hocam olarak mı bahsedeceğim, zaman zaman annem olarak mı bahsedeceğim ve yedi senelik beraberliğimiz hep devam ediyor da yani, keman piyano olarak beraberliğimizden, seyahatlerimizden… Hâlâ oldukça yoğun geziler yapıyorum ama, hiçbir gezide sizin kadar eğlenceli bir arkadaşım olmadı. Sizin kadar, ne diyeyim, her anın zevkini çıkaran, komikliklere komiklik katan, zevk aldığım bir partnerim hakikaten olmadı. Ne bileyim, Gaziantep'e ilk defa gidişimizi hatırlarsınız: orada konser salonu yoktu ve belediyeden ceza yemiş bir barda ilk konseri yaptık Ferhunde hanım. Herhalde sizin de benim de bir barda ilk çalmamış o olmuştur. Sonra, gene bir dış seyahatimizde, benim otuz küsur yaşımda kabakulak olup da sizin bana otel odalarında nasıl baktığınızı hatırlıyorum. Gene Pakistan'da bir seyahatimizde Lahor kentine gitmişiz konser vermeye, birinci konseri yaptık fakat, ikinci konser özel bir konutta yapılacak ve piyano yok, her yerde piyano arıyorlar, arıyorlar, arıyorlar, bulamıyorlar. En sonunda, Ferhunde hanıma dediler ki, "vallahi kusura bakmayın, piyano bulamadık; siz de şarkı söyler misiniz, kemanla beraber?" Ben, biraz da o yıllardaki gençliğin verdiği taşkınlıkla, her ne kadar terbiyesizlik falan yapmadımsa da, biraz isyankardım, Ferhunde hanım, beni dizginlediniz, ve oradakilere, "bakın şimdi piyanosuz olmaz, çünkü bizim çaldığımız eserler keman ve piyano için yazılmış, en iyisi ben size Türkiye'deki müzik hayatı hakkında, Türkiye'deki kadınlar hakkında biraz konuşayım" dediniz. Ve İngilizce çok uzun bir konferans verdiniz siz. Evet, siz hatırlamıyorsunuz belki ama, ben hatırlıyorum, oradakiler mutlaka hâlâ hatırlıyorlar, çünkü özellikle öyle bir ortamda, Türkiye'den gelmiş iki kadın çalgıcının verebileceği kırk konsere bedel bir konuşma yapmıştınız.

Daha ne söyleyebilirim? Evet, bir keman-piyano ikilisindeki arkadaşım olarak, hocam olarak, onun dışında, kapı komşum olarak. Uzun süredir, yirmi seneyi aşkın süredir, aynı mahallede oturuyoruz. Yedi senedir de kapı komşusuyuz Ferhunde hanımla. Bilmiyorum, her an Sizi orada bilmek, imdat dediğim zaman sizi bulabilmek benim için, mutluluk olmuştur. Hayır Ferhunde hanım, teşekkür ederim, ama benim için hakikaten o öyleydi. Sözlerime, "müthişsiniz" diyerek başlamıştım, hakikaten öyle Ferhunde hanım. Sizinle aynı şehirde yaşamaktan, aynı zamanlarda beraber olmaktan çok mutluyum. Hem mutluyum, hem çok kazançlıyım. Sizi çok seviyoruz.

Ferhunde Erkin – Ne diyeyim, ağlayım mı?

----Aaa, yoo yoo,

Ferhunde Erkin – Hayır, o vaziyetteyim yani, sevinçten ağlayacağım. Sağolun, çok mutluyum.

Sunucu – Efendim, şimdi Ferhunde Erkin hocayla Suna Kan'dan, o beraber olduğu güzelim o ikiliden, sizlere Mozart Do Majör Sonatı dinletiyoruz.


Ferhunde Erkin piano sınıfında ağırlık yöntemini açıklıyor (1940'lı yıllar) Ferhunde Erkin

  Copyright © 2009 Ferhunde Erkin | Hakkında