Ferhunde Hanım, Artık Ulvi Beyin Yanında…
Ufuk Çakmak Radikal Gazetesi, 15 Temmuz 2007
İstanbul – Bundan yıllar önce, 90'ların başlarında en çok sevdiğim Türk bestecisi Ulvi Cemal Erkin üzerine araştırmalar halindeydim. Hakkında yazılmış az miktarda malzemenin altını üstüne getiriyor, kenarda köşede kalmış eser kayıtlarından hayranlık duyduğum bu bestecinin sesini daha çok duymaya çalışıyor, piyano eserlerini bir kez, bir kez daha çalmaya, Erkin'in sesinin en doğru halini kendimce bulmaya çalışıyordum. O günlerde, eşi, aynı zamanda Türkiye'nin ilk konser piyanisti ve piyano hocası Ferhunde Erkin'in hala hayatta olduğunu öğrendiğimde, nasıl şaşırdığımı unutamam. Ulvi Cemal Erkin, benim doğumumdan kısa bir süre sonra, 66 yaşındayken hayata veda etmişti.
Ferhunde Erkin, Cumhuriyet aydın kuşağının tipik bir üyesi olarak, asker kızıydı. 1909'da İstanbul'da doğmuş ve kardeşi Necdet Remzi Atak kemana başlarken, o da erken yaşta piyano eğitimine başlamıştı. Almanya'da tahsiline devam ettikten sonra, 1930'lar Türkiye'sinde Musiki Muallim Mektebi'ne hoca olarak dönmüş, burada tanıştığı Ulvi Cemal ile 1932'de evlenmişti.
Ferhunde hanım ilklerin sanatçısı olmuş. Kariyeri boyunca 22 piyano konçertosunun ülkemizde ilk seslendirilişini yapmış, bir anlamda müzik severleri ve sanat çevrelerini eğitmiş, eşinin eserlerinin ilk seslendirişlerini gerçekleştirmiş, hoca olarak Hüseyin Sermet, Nevit Kodallı, Filiz Ali, Nimet Karatekin ve daha onlarca müzikçi yetiştirmiş. 1999 yılında Cumhuriyet dönemi çağdaş sanat müziği yaşamımızın ilk büyük kadın temsilcisi olarak, Sevda Cenap And Müzik Vakfı Onur Ödülü Altın Madalyası'nı da aldı. Yine, vakıf yayınları tarafından yayımlanan 'onur ödülü kitap serisi' kapsamında; Filiz Ali tarafından kaleme alınan 'Tuşlar Arasında', müzik tarihimizin bu çok önemli figürünün hayatına ışık tutuyor, onu mektupları, tanıklıklar, anılarla yeniden canlandırıyordu. Ferhunde Erkin aynı zamanda Suna Kan'la uzun süren bir müzikal partnerlik yapmış, yurtiçi ve yurtdışı turnelerde ikili olarak Türk ve yabancı bestecilerin eserlerini yıllar boyunca birlikte çalmışlardı. Nitekim duyabildiğim (bildiğim kadarıyla basılmış tek) kaydında da İnönü Vakfı tarafından yapılmış özel bir CD'de Suna Kan ile birlikte çalıyor.
Ferhunde Erkin'in yaşadığını bilmek, benim için hep garip bir duyguydu. Bir kere en çok sevdiğim Türk bestecisinin hayattaki en yakın kişisi, yol arkadaşı, onun eserlerinin çoğunun ilk seslendirişini yapan bir isim, Ulvi Bey'in ruh ikiziydi. Hep istememe rağmen, bir türlü tanışamadığım bir kişi. Diğer yandansa, şöyle bir durum vardı: Cumhuriyet'in kültürel aydınlanma projesinin, medeniyetçiliğinin, aydınlanmacı sanat elitinin yerini artık çok farklı toplumsal oluşumlara, düşüncelere bıraktığı, Cumhuriyet kuşağı değerlerinin yittiği, en azından bir hayli örselendiği bir ortamda soluk alıp veriyoruz. Bu değişimi hem inceleyip anlayan, hem de bir ayağını Cumhuriyet medeniyetçiliği tarafından çıkartamayan, çıkartmak istemeyen, artık bir çok idealin, bir çok değişim umudunun geride kaldığını bilen benim gibi biri için Ferhunde Erkin'in nefesi bir tür anakronizm, yadırgamayla karşıladığım bir durumdu. Sanki o bu döneme ait değildi, onlar çabalamış, gayret etmiş ve bitirmişlerdi.
Dönem simgesi olmanın da dinleyici ve okur imgeleminden kaynaklanan böyle ağır yükleri var işte. Ferhunde Erkin'i 11 Temmuz 2007'de kaybettik. 1909-2007 yılları arasında geçen uzun, koca bir hayat… Şimdi eşinin yanında Ankara'da yatıyor. 98 yaşında vefat eden bu piyanist neyi beklemişti? Belki eşinin eserlerinin daha çok çalınacağı, kaydedileceği bir zamanı yakalamak, görmek istemişti. Belki de onun doğru anlaşılıp anlaşılmadığına bakıyordu. Ya da belki de yalnızca hayata bağlılığı, genleriydi onu ayakta tutan.